Cogito, Ergo Sum

İçinizdeki baskın karakteri ortaya çıkarın, yeteneklerinizi keşfedin diyordu yazar. İçinizdeki düşünürü, ressamı, şairi, yazarı, oyuncuyu, matematikçiyi, müzisyeni, serseriyi, çılgını… en önemlisi kendinizi. Siz ne iseniz kim iseniz aslında osunuzdur diyordu. Siz kimseniz… Bu boşluğu doldurmak kolay mı? Ben kimim? Bu soruya tereddütsüz cevap verebilen var mıdır?

İlk insan dünyaya ayak bastığından beri belki milyarlarcası kendini tanıyamadan yeteneklerini keşfedemeden sıradan bir insan olarak bu dünyadan göçüp gitti. Yoksa zamanın muhteşem hızı ve yok ediciliği bizi sarhoş edip düşünmeyi engelliyor muydu? İçimizdeki o müthiş ve keşfedilmemiş gizli dünyadan habersiz mi yaşıyorduk? Öyle diyordu Saint Augustine: İnsanlar dağların zirvelerini, denizlerin dalgalarını, büyük ırmakları ve engin okyanusları görmek için seyahat ederler; fakat en büyük mucize olan kendi varlıklarını görmeden bu dünyadan göçüp giderler. Cemil Meriç haklı mıydı? Şehirler fethetmeye yeten bir enerjiyi yel değirmenlerine saldırarak mı harcıyorduk?

Özgürlüğün tahmin edemediğimiz bir bedeli var: Sürekli kendimize kim olduğumuzu sormak. İçimizdeki en derin savaşla baş başa kalmak. İşte “Cogito, ergo sum.” yani “Düşünüyorum, öyleyse varım” modern bireyin varlığını simgeliyordu aslında.

Düşünmek zordur, zahmetlidir, yorucudur ve bu yüzden insanı değerli ve anlamlı kılar. Düşüncelerin en koyusu insanın başını yastığa koyduğu anda başlarmış. Öyle diyordu şair, “insan bazen en çok kendinden yorulur”. Yorulmalı insan düşünmekten, yorulmalı kendisiyle savaşmaktan. “Karşına çıkabilecek en kötü düşman hep kendin olacaksın.” der Nietzche, “Böyle Buyurdu Zerdüşt”te. Bu azılı düşmana yani kişinin kendisine karşı açtığı savaş Nietzche’nin hayatının hep merkezindeydi.

Koşuşturmanın, hızlı yaşamanın adı hayat mücadelesi olmuş. Benliğimizdeki yaraları ruhumuzdaki acıları unvanla, kariyerle, şöhretle, parayla kapatmaya çalışıyoruz. Sürekli yarış halindeyiz. Hep “mükemmel” olmak istiyoruz, en iyisi olmak. Kimse mükemmel değil, kimse zannettiği kadar diğerlerinden daha üstün değil. Ah şu kazanmak için kaybetmenin gerekliliğine inanılan zavallı var olma savaşı…

Maskelerle yaşıyoruz. Kendimiz olduğumuz olmaktan korktuğumuz belki de toplumdan tepki görmemek, kendimizle yüzleşmemek için gizlediğimiz yanımızı örten maskelerle. Her birimizin kim bilir kaç maskesi var? Niçin kendimizi farklı kılıklara sokmaya çalışıyoruz?

Belki de ben yanılıyorumdur, Eckhart haklıdır. Hayatın bir nedeni yoktur. Kendi için yaşanır. İnsan bu dünyada ‘neden’ sorusunu sormadan yaşamalı, her şey gidişatına bırakılmalıdır.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir